GDO'lu Üretime ve Tüketime Hayır!
“Dünyanın Tohumları Kişisel mi Yoksa Umumi Bir Kaynak mı?” adlı kitabın
yazarı Pat Roy Mooney kitabında şöyle yazdı: “Eğer tohumları kontrol
ederseniz bütün besin sistemini kontrol edebilirsiniz: hangi ürünlerin
yetiştirileceğini, hangi girdilerin kullanılacağını ve ürünlerin nerede
satılacağını.”
ABD Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger'de 1970'li yıllarda şöyle
demişti: “ Petrolün kontrolü ile bütün bölge ve kıtaları, gıdanın
kontrolüyle de bütün insanları kontrol edebilirsiniz.”
Bugün, Syngenta, DuPond ve Monsanto Genetik Yapısı Değiştirilmiş tohum
pazarının yüzdeyüzünü elinde tutuyor. Bu şirketler, yerel tohumların
ortadan kaldırılarak kendilerinin ürettiği ve bir defaya mahsus ürün veren
genetik yapısı değiştirilmiş tohumların kullanılmasını zorunlu hale
getirilerek tüm dünyanın, bu arada Türkiye'nin gıda ve besin sistemini
kontrol altına alma konusunda çok yoğun bir kampanya yürütmektedirler.
Sözü edilen emperyalist tohum, gıda ve tarım tekellerinin çıkarlarına
uygun olarak ülkemizde hazırlanan Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı
Taslağının tüketici, çiftci örgütleri ve meslek odalarının görüşü
alınmadan TBMM'ne sevk edilmek üzere Bakanlar Kurulunda imzaya açıldığı
basına yansıdı.
Elliye yakın kuruluşun oluşturduğu GDO'ya Hayır Platformu Bileşenleri'nin
konuyla ilgili olarak 28 Haziran 2009 tarihinde düzenlemiş olduğu Basın
Toplantı metninin özeti 2 başlık halinde aynen aşağıda okurlarımızın
görüşlerine sunulmuştur.
BİYOGÜVENLİK YASA TASARISININ YARATACAĞI TEHLİKELER
Tüm dünyada ilk kez 1994 yılında ticari olarak piyasaya sürülen GDO‘lu
ürünler, 1998 yılından bu yana, hiçbir denetime tabii tutulmadan
Türkiye‘ye giriyor.
Özellikle yılda iki milyon ton düzeyinde dışalıma konu olan GDO‘lu mısır
ve soyadan üretilen işlenmiş ürünler, 800‘den fazla çeşitle tüketici
sofrasına ulaşıyor. Hiçbir etiketleme yapılmadan satışa sunulan bu
ürünler, halk sağlığını ciddi biçimde tehdit ediyor.
Tüketicinin bilgilenme hakkını ihlal eden ve halk sağlığını hiçe sayan bu
durum, 10 yılı aşkın süredir tüm çarpıklığı ile sürerken, bu kez Ulusal
Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı‘nın Bakanlar Kurulu‘nda olduğu ve
TBMM‘ne sevkedilmek üzere imzaya açıldığı bilgisi basına yansıdı. Hükümet
sözcüsü, konuyla ilgili konuşmasında, zaten ithalatı serbest olan ve
tüketilen bu ürünlerin Türkiye‘de ekimine de serbestlik getirileceğini
ifade etti. Anlaşılıyor ki, şimdi sıra, GDO‘lu tohumları Türkiye‘nin temiz
topraklarına ekmeye geldi...
Kamuoyundan bir sır gibi saklanan Tasarı Taslağı yasalaştığında, ortaya
çıkacak durum şöyle özetlenebilir;
1) GDO‘ların üretimi ve tüketimine izin verilecek,
2) Bu ürünlerin risk değerlendirmesi şirketlerin kontrolünde olacak,
3) GDO‘lu ürünlerden zarar gören çiftçiler ve tüketiciler zararlarını
ispat etmek zorunda bırakılacak, bu ürünlerin zararlı olmadığının ispatı
şirketlerin üzerinde olmayacak,
4) Bu ürünleri ülkemize sokan veya üreten şirketlerin cezai sorumlulukları
oldukça düşük olacak,
5) Zarara uğradığını iddia eden çiftçiler zamanaşımı tehdidi ile karşı
karşıya kalacak,
6) Risk denetimine tabi bu ürünlerle ilgili bilgiler kamuoyuna
açıklanmayacak, şirket sırrı olarak korunacak,
7) Tüketicilerin sağlıklı gıda tüketme hakları, küçük çocuklarla
sınırlandırılacak, sadece küçük çocuk ürünlerinde GDO kullanılmayacak,
8) Ülkenin tüm genetik varlıkları şirketlerin kontrolü altına bırakılacak,
9) Çiftçiler, tohumluk ayırma haklarını yitirecek; tozlaşma vb. yollarla
ürünlerine GDO bulaşmışsa şirketlere tazminat ödemek zorunda
kalabilecekler,
10) Bu ürünlerin denetimi konusunda çiftçi, tüketici, ekoloji
örgütlerinin; bağımsız bilimsel kurumların, meslek odalarının herhangi bir
söz ve karar yetkisi olmayacak...
Yukarıda özetlenen tablo, öncelikle ülkemiz tarımını doğrudan üç - beş
şirkete bağımlı hale getirecektir. GDO‘lu tohum ve pestisitleri (zirai
mücadele ilacı) üreten şirketler arasında yapılan evlilikler, bu sürecin
tohum ve ilaç için üreticinin her geçen yıl bu şirketlere daha çok ödeme
yapmak zorunda kalacağını göstermektedir. Çünkü terminatör teknolojisi ile
üreme yeteneği alınmış tohumlar, üreticinin tohum ayırma hakkını da
elinden almaktadır. Böylece tüm dünyada konvansiyonel ürünlere göre daha
verimli olmadığı ve daha çok pestisit tükettiği kanıtlanmış olan GDO‘lu
tohumlar, temiz topraklarımızı ve üreticimizi, çokuluslu şirketlerin kar
aracı haline getirecektir.
Sorunun bir diğer önemli boyutu, biyoçeşitliliğimizin ve çevresel
değerlerimizin tahribidir. GDO‘lu ürünlerden olacak gen kaçışları, hem
kültür bitkilerini hem de bunların yabani akrabalarını kontamine edecek;
bu tabloya eklenebilecek yatay gen kaçışları ile doğada geri dönüşümü
olanaksız bir süreç başlamış olacaktır.
Tüketici ve halk sağlığı açısından da tablo vahimdir. GDO‘lu ürünlerden
işlenmiş gıda ürünlerinin sofralarımıza ulaşması, halkımızı daha da
ağırlaşan alerjik reaksiyon, antibiyotik dayanıklılık, toksik etki, artan
doğum anomalileri ve kısırlık gibi sağlık sorunları ile karşı karşıya
bırakacaktır.
Oysa Avrupa Birliği, şirketlerin EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi)
üzerindeki artık gizlenemeyen etkilerin varlığına rağmen, topraklarının %
1‘inden az olan bölümünde, yalnızca bir GDO‘lu mısır türünün ekimine izin
vermiş olup; Avusturya, Macaristan, Yunanistan, Almanya ve Fransa‘nın
peşpeşe gelen yasaklama kararlarıyla GDO‘lu ekim alanları 165 bin
hektardan 105 bin hektara daralmıştır. Üstelik bu üretimin % 80‘i yalnızca
bir ülkede, İspanya‘da gerçekleştirilmektedir. Önümüzdeki dönemde, halk ve
çevre sağlığı ile kamu yararı odaklı bu yasaklamaların artarak süreceği
öngörülmektedir.
Bunun yanında Avrupa Birliği‘nde, içeriğinde % 0.9‘dan fazla GDO‘lu
hammadde bulunan ürünlerin ancak etiketlenerek satışına izin verilmekte
iken, halk sağlığı yanında, Türkiye‘nin kendine özgü kültür ve inanç
yapısına saygı gösterilme gereği duyulmadan, GDO‘lu gıdaların serbestçe
satışı gerçekleştirilmektedir.
YASA TASARISI GERİ ÇEKİLSİN
Şimdi soruyoruz; bu Tasarı Taslağı kime hizmet etmektedir? Halkın GDO‘lu
ürünlere hiçbir talebi yokken, halkın örgütlerinden gizlenerek, hangi amaç
ve nedenlerle bu düzenleme gündeme getirilmektedir?..
Sonuç olarak, ülkenin onurlu ve namuslu çiftçileri, tüketicileri, ekoloji
örgütleri, ziraat, çevre, gıda mühendisleri, birlikleri, kooperatifleri,
siyasi partileri, demokratik kitle örgütlerinin bu barbarlık yasasına
karşı direnmeleri en temel haklarıdır. Ülkemizi açlık ile terbiye etmeye
girişenlere karşı, bu tasarının meclis gündemine gelmeden geri çekilmesini
talep ediyoruz.
Bu ülkenin genetik varlıklarını, biyolojik çeşitliliğini, tohumlarını
korumak, toplumsal barışın, adaletin olmazsa olmaz ön koşullarıdır. Bu
doğrultuda, hemen hiç vakit kaybetmeden, toplum olarak vekil ettiklerimize
bir kez daha sesleniyoruz, şirketlerin geleceğini değil, doğa ve toplum
için biyolojik geleceğimizi koruyun. Bir an önce biyogüvenlik altyapısını
oluşturun, bu konuda bütçeden bir pay ayırarak ülkemizde genetik
kirlenmenin önünü alın. Çiftçilerin daha nitelikli ve sağlıklı üretim
yapmasına yönelik örgütlenmeleri geliştirin. Tüketici ve ekoloji
örgütleriyle, doğru ve açık bir bilgi paylaşım sürecini başlatın. Toplumun
onayını almadan, apar topar hazırladığınız bu yasaya, bu ülkenin gerçek
sahipleri olan bizler direneceğiz. Yok oluşumuzu seyretmektense, kendi
kaderimizi belirlemeyi tercih edeceğiz.
Turhan ÇAKAR
Tüketici Hakları Derneği
Genel Başkanı |